
Yunanistan'ın Kavala kentinde, 19. yüzyıldan kalma tarihi bir Osmanlı eseri var. Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından yaptırılan, medrese, mektep ve aşevi olarak kullanılan bir imaret. Bu imaret, son 10 yıldan bu yana Yunanistan'ın en değerli oteli olarak işlev görüyor. Otele isim verilirken de aslına sadık kalınarak İmaret adı verilmiş. 1817'de inşa edilen imaretin sıra sıra kurşun kubbeli mimarisi, ancak İstanbul 'daki Topkapı Sarayı'nın bir minyatürüne benzetilebilir. Bu muhteşem yapı, Türk-Yunan ilişkilerinin en kötü dönemlerinde bar, lokanta, diskotek ve kafeterya gibi, şanına hiç de yakışmayan şekillerde kullanılmış. Sonra da kaderine terk edilmiş. Ancak İzmir kökenli tütün tüccarı Kavalalı ünlü işkadını Anna Misirlian'ın maddi ve manevi katkıları sayesinde, imaret bugün ağırbaşlılığını, lüksün ve sadeliğin birbirini tamamladığı çok şık ve önemli bir otel olarak hizmet veriyor. Her bir kurşun kubbesinin altında, ayrı ebatta ve birbirine benzemeyen 26 ayrı odasıyla bugün yerli ve yabancı turistleri ağırlıyor. Yerleri ahşap her bir odanın ayrı adı var. 26 odanın arasındaki dört süite ise, Osmanlı kültürüne saygıdan olsa gerek, Hürrem, Mekteb, Zeynep ve İmaret adları verilmiş. Bir odada, yatağın yanı başında gömme bir havuz; bir diğer odada büyük bir şömine yer alıyor. Ama odaların ayrı ayrı dekore edilmiş banyolarında, bakır, mermer ve mozaik hakim. Yatakların yanına da uyku öncesi ayakların dinlenmesini sağlamak üzere, içi ılık su dolu birer leğen konuyor. Güneş battıktan sonra imaretin dış mekanları, koridor ve avluları mumlarla ışıklandırılıyor. İmaretin içindeki mescit ise klasik müzik eşliğinde okuma ve dinlenme yeri olarak kullanılıyor. Zengin sabah kahvaltıları ise 16. yüzyıla ait biblolar ve kristal avizelerle süslenmiş salonlarda, Havillant Limoges porselen takımları içinde sunuluyor.
Read more...
Trabzon'un Araklı İlçesi Turnalı Köyünde bulunan Tarihi “Os” Camii Müderris Hacı Hasan Efendi tarafından1842 yılında yaptırıldı.
Kare planlı ahşap ve taş işçiliğinin zengin örneklerini taşıyor. Ahşap üzerine yapılan oyma-kabartma, tavan süslemeleri ile kalem işi boya ve bezemeler görülmeye değer.

1867 Paris Fuarında Osmanlı

The Turkish quarter, view (from left to right) of the Pavillon du Bosphore, the mosque, the fountain, and the bath, Paris, 1867 ( L'Illustration, 2 March 1867).
Umman kadar Osmanlıyı damla kadar bilmiyoruz…
Bu kitabı okumayı tamamladığımda düşündüklerimi böyle özetleyebilirim. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1867 Paris Fuarı Komiseri Selahattin Bey tarafından yazılan ve Fransızca olarak aynı yıl Paris’te yayınlanan “Türkiye 1867 Evrensel Sergisi” adlı kitap ilk kez Türk okuruyla buluşuyor. Bilmediğimiz Osmanlı’dan birkaç damla alıp, bilinir kısmına eklemenin verdiği heyecanla kitapla ilgili birkaç bilgi vermek istiyorum.
İstanbul Fuar Merkezi olarak fuar tarihi ile ilgili yayınladığımız bu dördüncü eserle ciddi bir kitaplık oluşturmaya başladığımızı söyleyebilirim. Türk Fuarcılık Tarihi ve Fotoğraflarla Türk Fuarcılığı kitapları bizim fuarcılık tarihimize ışık tutarken, Türkçeye kazandırdığımız Dünya Fuarları adlı kitap da dünya fuarcılık tarihiyle ilgili en önemli eser haline geldi.
Elinizdeki kitap fuarcılık tarihiyle ilgili dördüncü yayınımız. Daha önce yayınlanan üç kitaptan iki önemli farkı var. Birincisi bu eser tek bir fuarla ilgili: Osmanlı İmparatorluğu’nun, 1851 Londra, 1855 Paris ve 1862 Londra sergilerinden sonra katıldığı 4. uluslar arası fuar olan 1867 Paris II. Evrensel Sergisi ile ilgili. İkinci fark, kitap sadece fuarda sergilenen ürünler ve yaşananlarla sınırlı değil: Bu önemli eser, dönemin Osmanlı tarımı, sanayisi, doğal kaynakları, lojistik ve haberleşme altyapısı hakkında çok geniş bir veri deposu. Bu açıdan da iktisat tarihimiz için vazgeçilmez kaynaklardan biri olacağı kuşkusuz.
Kitap Osmanlı İmparatorluğu’nun katıldığı ilk fuarlar ve bu fuarların sonuçlarıyla ilgili kısa bilgilerin verilmesiyle başlıyor. 1851 Londra, 1855 Paris ve 1862 Londra Evrensel Fuarlarından bahsettikten sonra 1863 İstanbul Fuarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler veriliyor.
Fuar için tasarlanan ve inşa edilen Sergi-i Umumi Osmani binasında gerçekleşen ilk fuarımızda hangi salonda hangi ürünlerin sergilendiğinden, ürün kategorilerine kadar birçok bilgi veriliyor.
Kitabın bundan sonraki bölümünde 1867 Paris Evrensel Fuarı ayrıntılı biçimde anlatılıyor. 64 resmi kategoride gerçekleşen fuar, tüm 19. yüzyıl fuarları gibi “haşmetli” bir fuar… Osmanlı da tüm haşmetiyle yer almış bu fuarda. Halılar, kozmetik ürünleri, tıbbi ürünler, madenler, tuz (buzdolabının henüz bulunmadığı dönemlerde çok önemliydi), tahıllar, tütün, tekstil ve ipek ürünleri, orman ürünleri, müzik aletleri, büro malzemeleri, broderiler, çömlek, pipo, nargile, tespih, kafes, mimari tasarımlar, projeler, resimler, fotoğraflar, heykeller, bilimsel çalışmalar, doğal tarih koleksiyonları, arkeoloji, silahlar, mobilyalar kategorileriyle ilgili sayfalarca bilgi bulmak mümkün bu önemli eserde…
Elinizdeki kitabın son bölümü Avrupa, Asya ve Afrika’daki Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki vilayetlerle ilgili istatistiki bilgileri içeriyor. Coğrafi bilgilerden idari bilgilere, haberleşmeden taşımacılığa, demografik yapıdan ithalat ve ihracat verilerine kadar, ayrıntılı ve paha biçilemez bilgiler…
Hatta ezber bozan bilgiler. Örneğin kitaptaki son veri: 1864-1865 Devlet Bütçesi Oluşumunda Ciro ve Harcamalar Tablosu:
Gelirler Toplamı: 364 milyon Frank
Giderler Toplamı: 360 milyon Frank
Gelir Fazlası: 4 milyon Frank
Osmanlı 19. yüzyılda sürekli açık veren bütçeler ve alınan borçlar neticesinde zor durumlara düşmemiş miydi?
Umman kadar Osmanlıyı damla kadar bilmiyoruz…
Read more...
3. AHMET ÇEŞMESİ (İSTANBUL - SULTANAHMET MEYDANI)

İstanbul’da Bâb-ı Hümâyun ile Ayasofya arasında XVIII. yüzyıla ait büyük meydan çeşmesi ve sebil.
Osmanlı dönemi Türk sanatının çeşme mimarisinde meydana getirdiği bir şaheser olan bu âbidevî çeşme, Sultan III. Ahmed tarafından yaptırılmıştır. Kitâbesinde belirtildiğine göre 1141 (172-829) yılında inşa edilmiş olup on dört kıtalık uzun tarih manzumesi Seyyid Vehbî’nindir. Ta‘lik hatla yazılan bu uzun kaside her cephede çeşmelerin üzerine ve sebillerin yukarılarına işlenmiştir. Marmara’ya bakan taraftaki kitâbeden öğrenildiğine göre bu eşsiz eserin yaptırılmasını Sadrazam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa tavsiye ederek gerçekleşmesine ön ayak olmuştur. Bu manzumenin son tarih beyti bizzat III. Ahmed tarafından söylendiği gibi yine onun tarafından çeşmenin Ayasofya’ya bakan esas cephesinde boydan boya tek satır halinde celî-sülüs hat ile yazılmıştır. Bu husus, beytin altındaki ketebeden açıkça anlaşılmaktadır. Çeşmenin 1141 Ramazanında (Nisan 1729) henüz bitmediği, “saf, beyaz ve damarsız” mermerlerin acele olarak gönderilmesi isteğiyle Marmara nâibine yollanan bir belgeden öğrenilmektedir. Fakat Sultan III. Ahmed bu muhteşem eserin her bakımdan tamamlandığını göremeden, 1730 Eylülü sonunda Patrona Halil ayaklanması ile tahtını kaybetmiştir. Çeşmenin mimarının kim olduğu bilinmemektedir. Pek çok yerde eserin, III. Ahmed döneminde Hassa başmimarı Kayserili Mehmed Ağa’ya ait olduğu yazılmış ise de bu iddiayı destekleyen hiçbir kayda rastlanmamıştır. Sadece kısa bir arşiv kaydı, Mehmed Ağa’nın çeşmenin alem ve şebekelerinin yaldızlanması işini üstlendiğini bildirmektedir. İlk yapıldığından günümüze gelinceye kadar III. Ahmed çeşme ve sebilleri büyük bir değişikliğe uğramamakla beraber, yakından incelendiğinde bazı yerlerinde geç tarihlerde yapılmış ufak tamirlerin yamaları ve izleri görülmektedir.
III. Ahmed Çeşmesi dört cepheli bir meydan çeşmesi olarak tasarlanmıştır. Kare biçimli planında dört köşede, dışarı yarım yuvarlak çıkıntılar halinde taşan üçer şebekeli sebilleri vardır. Her cephenin ortasında ise birer çeşme bulunmaktadır. Çeşmelerin iki tarafında mihrap biçiminde birer niş vardır. Yalnız bir cephede bu nişlerin yerine birer kapı açılmıştır. Bu kapılardan girildiğinde ortadaki sekizgen hazne ile dış duvarlar arasında çepeçevre bir dehlizin dolaştığı görülür. Bu dehliz vasıtasıyla sebilciler köşelerdeki sebillere ulaşarak buradan gerekli hizmeti veriyorlardı. Çeşmenin üstü çok geniş saçaklı ve dışı kurşun kaplı ahşap bir çatı ile örtülüdür. Bu çatının ortasında sekiz cepheli bir kasnak üstünde dilimli bir kubbecik yükselir. Dört sebilin üstüne isabet eden yerlerde aynı biçimde fakat biraz daha ufak ve alçak dört kubbecik vardır. Yine kurşun kaplı olan bu beş kubbenin de tepelerinde, içlerinde oyma yazı olan altın yaldızlı tunç alemler yer alır.
Read more...

İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi
Mayıs 2008'de açılmış olan müze, İstanbul´un en güzel mekanlarından biri olan Gülhane Parkı´nda, eski saray duvarlarının Has Ahırlar kısmında 3500 m2 lik bir alanda yayılmış olarak bulunmaktadır.
Tarihi binanın girişi önünde, arap-islam coğrafyasının bilim tarihi acışından en anlamlı çalışmalarından birine dayanarak yapılmış olan bir yerküre, ziyarete davet etmektedir. Halife el-Memun´un (hilafeti: 198-218 H./ 813-833 M.) emri üzerine, küresel tasarım ile hazırlanan dünya haritası o zamanlar tanınan dünyanın coğrafyasını şaşırtıcı bir doğrulukta göstermektedir. Memun´un haritasının ortaya çıkarılması, üzerinde yapılan bilimsel çalışma ve kürenin müzede sergilenmesi, ziyaretçileri bekleyen 500 ün üzerindeki diğer eserler gibi, 1982 yılında Frankfurt Goethe Üniversitesine bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü´nü kurmuş olan Profesör Fuat Sezgin´in yorulmak bilmeyen araştırmaları sayesinde gerçekleşmiştir.
Read more...

İpek yolunun geçtiği, İzmir'e bağlı Çiçekli köyündeki tarihi İpek yolu köprüsü şimdilerde yok olmak üzere. Köy sakinleri, tarihi bir miras olan bu köprüye sahip çıkılmasını istiyor.
İZMİR - İpek Yolu sadece tüccarların değil, aynı zamanda doğudan batıya ve batıdan doğuya bilgelerin, orduların, fikirlerin, dinlerin ve kültürlerin de yolu olmuştur. Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar, daha sonra da Romalılar, Çinlilerden ipek satın alırlardı. Ulaşım ise, daha sonra İpek Yolu adı verilen güzergâhı izleyen kervanlarla sağlanırdı. Yani ipek yolu tüm dünyanı ilgilendiren ortak bir mirastır.
Çiçekli köyündeki İpek Yolu kalıntısı köprü de asırlara meydan okuyarak günümüze kadar ulaşmış. Ancak Çiçekli köyü sakini Bahaddin Vapur, bu tarihi değerin yok olmasından muztarip. Vapur, kimsenin buraya sahip çıkmadığını ve insanların da üzerinden geçtiğini söylüyor.
Yetkililerin ilgisizliğinden yakınan Vapur, “Burada, Çiçekli köyü sınırları içerisinde bulunan ve Çiçekli çayı üzerinde olan tarihi ipek yolu köprüsüdür. İpek yolu köprüsü bir taraftan Efes’e bağlanmaktadır, bir taraftan da Hindistan’a, Çine kadar uzanıyor. Bu köprünün her gün bir taşı yere düşmektedir, yok olmaktadır. Buranın koruma altına alınmasını istiyoruz. Burası korunsun, bu tarihi eserler yok olmasın, yazık olmasın” dedi.
Ayrıca burada definecilerin büyük tahribatlara sebep olduğuna dikkat çeken Bahaddin Vapur, “Herhalde tarihi olduğundan dolayı burada bir şey bulabileceklerini tahmin ediyorlar” diyen Vapur son olarak, “İnşallah yetkililer sizin aracılığınızla sesimizi duyar da bu çok değerli tarihi miras koruma altına alır” ifadelerini kullandı. (Yunus Şani - İLKHA)
http://www.ilkehaberajansi.com.tr/haber/tarihi-ipek-yolu-koprusu-yok-oluyor.html
TRT İpek Yolunda programında bu hafta "Türklere Karşı Haçlı Seferleri ve Yarattığı Etkileşim" konusu üzerine sohbet edilecek. Konuğumuz Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Altan Çetin. Sohbetimize katılmak isterseniz 15 Nisan 2014 salı günü saat 17.05'de radyonuzun başına bekleriz.
TRT Radyo 1 Ankara Radyosu İpek Yolunda Programı Salı günü saat 17.05-17.40

https://www.facebook.com/trtipekyolunda
Baksı "Yılın Müzesi"


Baksı Müzesi, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 2014 yılı için verilen "Yılın Müzesi Ödülü"nü aldı. 3 Aralık 2013 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kültür Komisyonu'nun Paris'te yaptığı oylama sonucunda Avrupa'nın en prestijli müze ödülünü kazanan Baksı Müzesi, yarışmanın sembolü olan Joan Miro'nun bronz heykelciğini 1 yıl boyunca Bayburt'ta sergileyecek.
Müze ödülü raportörü, Vesna Marjanovic, "Müze, yönetimi ve düzenlediği etkinlikler ile, Avrupa Konseyi Faro Sözleşmesi'nin kültürel mirasın yaşatılmasına yönelik prensiplerinin, yerelde nasıl uygulanabileceğini gösteren çok etkileyici ve ilham verici bir model sunuyor." dedi.
Avrupa Konseyi desteğiyle 1977 yılında kurulan EMYA, Avrupa müzelerinin başarısını ödüllendirmeyi ve yaratıcı modelleri desteklemeyi amaçlıyor. Avrupa Konseyi'nin 47 üye ülkesinden müzelerin başvurabileceği yarışmada, şu ana kadar Liverpool Müzesi (İngiltere), Guggenheim Bilbao Müzesi (İspanya), Salzburg Müzesi (Avusturya), Danimarka Ulusal Müzesi (Danimarka) gibi pek çok önemli müze "Yılın Müzesi Ödülü"nü aldı.
Nemrut Dağı tur güzergahında bulunan Cendere köprüsü 1900 yıldır doğa ve insan tahribatına direnerek varlığını sürdürmektedir. Son yıllara kadar ağır araç trafiğine hizmet veren tarihi köprü yaya trafiğine açıktır. Eski adıyla CHABİNAS olan şimdi adıyla Cendere suyu üzerinde bulunan köprü M.S. 1 yy. sonlarında Samsat’ta karargah kurmuş olan Septimius Severus tarafından inşa edilmiştir.

Septimius Severus bu muhteşem köprüyü ailesi onura inşa ederek, giriş ve çıkışlarda yer alan sütunları ; güneydekiler sağda bulunan sütunu kendi adına, karşısındaki sütunu eşi ve askerlerin annesi olarak anılan Jullia Domna onuruna, kuzeydeki ve halen yerinde duran sütunu büyük oğlu Caracalla onuruna karşısındaki ve Caracalla tarafından ortadan kaldırılan sütunu küçük oğlu Geta onuruna diktirmiştir. Caracalla’nın taht kavgası sonucu kardeşi Geta'yı ortadan kaldırması ile bu sütun da kaldırılmıştır.
Köprü kemeri 92 adet taş blokun üst üste bindirilmesi ile hiç çimento kullanılmadan inşa edilmiştir. Deprem ve yer sarsıntılarına karşı köprü ve sütunlara esneklik payı sağlanmıştır. Köprü üzerindeki sütünler üzerinde bulunan kitabelerle süslenmiş, köprünün tarihi ve yapılışı hakkında bilgi vermektedir. Aynı şekilde köprü giriş ve çıkışlarında bulunan kitabeler de bu bilgileri vermektedir. Köprünün su seviyesinden yüksekliği 17.85 metre, uzunluğu 117.50 metre, iki sütün arası 5.30 metre iç orta kısım 4.90 metre, köprünün eni 7.80 metredir. Sütunlar yedi adet blok taştan yapılmış yüksekliği 5.95 metredir. Tarihi Cendere – Roma Köprüsü 1951 ve 1997’lerde iki kez restorasyon görmüştür.

Konya’da Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamındaki çalışmalarda 450 bina ve dükkan restore ediliyor.

Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamında Tarihi Bedesten’de sürdürdüğü restorasyon çalışması devam ediyor. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Konya ticari hayatının merkezi, Romalılar’dan Selçuklular’a, Osmanlı’dan günümüze binlerce yıllık geçmişe sahip tarihi çarşıdaki çalışmalarla “Bedesten”in eski görkemli günlerine döneceğini ifade etti.
“Tarihi Bedesten Çarşısı Sağlıklaştırma ve Dönüşüm Projesi”nin tarihi bölgedeki 2 bin 687 adet dükkan birimini kapsadığını kaydeden Başkan Akyürek, çalışmaların başladığı günden bugüne 900 bağımsız bölümün restore edildiğini, böylece 300 dükkan ve binanın restorasyonunun tamamlanmış olduğunu, 150 tanesinin restorasyonunun ise son aşamada olduğunu dile getirdi.
Kapalı mekan alanı toplamının yaklaşık 180 bin metrekare olan proje kapsamında çok sayıda türbe, sur duvarı, cami, sokak, okul, medrese ve tescilli yapı olduğunu kaydeden Başkan Akyürek, Tarihi Bedesten’deki çalışmanın dünyada başka bir örneği olmadığını vurguladı. Başkan Akyürek, çalışmanın tamamlanmasıyla ziyaretçi sayısının önemli oranda artacağını, bununla birlikte ticaret hacminin de artarak esnafın cirosunun en az 4 katına çıkacağını ifade etti.
http://www.yapi.com.tr/Haberler/2-bin-yillik-carsi-restore-ediliyor-_109797.html
Hansaray - Gözyaşı Çeşmesi

Han Sarayı'nın içinde destansı bir çeşme: 'Gözyaşı çeşmesi'... Hala tüm şiirselliği ile bir köşede durmaktadır. Mermer işçiliğinin tüm inceliklerinin sergilendiği çeşme hala sessiz sessiz ağlar gibidir. Her ne kadar yeri değiştirilmiş olsa da, damla damla gözyaşlarını akıtırken çıkardığı akustikten eser kalmasa da dünya edebiyatının en ünlü şiirlerinden biri bu çeşme için kaleme alınmıştır. Çar'a başkaldırarak sürgün yıllarını Bahçesaray'da geçiren Puşkin, Han Sarayı'nın bir köşesinde kalırken 'Bahçesaray Çeşmesi' şiirini yazacaktır. Bu şiirde Bahçesaray ismini kullandığı için Ruslar Bahçesaray ismini değiştirmeye cesaret edemeyecektir. Akyar'ın Sivastopol, Akmescid'in Simferopol olmasının aksine... Bahçesaray tıpkı mermer çeşmenin gözyaşı dökmesi gibi içten içe gözyaşı dökerken ismini bu gözyaşları sayesinde koruyacaktır.
Tatar atlılarının cesur akınlarının nal seslerini hatırlatan dizelerinde Han Sarayı'ndaki hüzünlü bir öyküyü anlatacaktır Puşkin. Aslında şair, Bahçesaray Çeşmesi'nin hüznünde kendi Afrikalı köklerini de bulur. Puşkin'inki daha farklı bir hüzündür. Şairin, çeşmenin ve Bahçesaray'ın hüznü, Kırım hanlarının akınlarındaki uğultulardan süzülen şiirsel bir ahenge dönüşür.
Puşkin'in Bahçesaray çeşmesi şiirinin Kırım Tatar lehçesiyle çevirisinde atlarıyla uçarcasına baskına giden süvariler şöyle anlatılır:
'Han sarayı titislenip, boşap kaldı; / Kırım-Giray kene ketti onı taşlap;
Tümen-tümen askerinen yat illerge, / Yat illerge yolga çıktı sefer başlap.
O kene de kasırgalı soguşlarda / Küskünlenip, kanga suvsap at oynata,
Lakin hannın yureginde başka türlü / Duygularnın alevleri gizli yata.'
Bugünün Türkçesiyle Gözyaşı Çeşmesi'ne de şöyle sesleniyor Puşkin:
'Aşk fıskiyesi, ölümsüz çeşme! / Sana armağan olarak iki gül getirdim.
Seviyorum bitimsiz konuşmanı / Ve şiirsel gözyaşlarını senin.
Çiseyen gümüşsü tozların / Serin çiğlerle kaplıyor beni:
Ak, ak durmaksızın sevinçli pınar! / Anlat, anlat bana bildiklerini'
(Çeviri: Ataol Behramoğlu)
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AkifEmre/kirim-ikinci-endulus/50562
|
|